HAKKINDA
Konya Panorama Müzesi Resmi Websitesidir.
KONYA PANORAMA MÜZESİ
HAKKINDA
- PANORAMA BÖLÜME GENEL BAKIŞ
Konya Panaroma Bölümünde; 13. Yüzyılda Anadolu Selçukluları’nın yaklaşık iki asır kadar başkenti olan Konya’nın; bilgin, sanatkâr, şair ve ediplerin harman olduğu bir şehir olduğu anlatılmaktadır. Özellikle Moğol istilâsından kaçıp Anadolu’ya sığınan Mâverâünnehr, Horasan ve İranlı âlim, mutasavvıf, sanatkar ve tacirler, Konya’yı vatan edinmişlerdi. Başkent Konya, tacirler için güvenli ve refah düzeyi yüksek bir şehirdi. İpek Yolu üzerinde olması tacirlerin uğrak yeri olmasına sebep olmuştu. O dönemlerde Selçuklu Sultanları merkez ve civarına, kervanların güvenle dinlenebilmeleri ve konaklayabilmeleri için hanlar-kervansaraylar inşa ettirmişlerdi. Konya, bu devrin hatta bütün devirlerin en büyük mutasavvıfı sayılan Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn-i Arabî’nin Konya’ya gelmesi ve vahdet-i vücut nazariyesini yaymasyla tasavvufi açıdan gelişmişti. Necmeddîn Dâye, Sadreddîn Konevî, Sühreverdi, Mevlânâ ve ailesi sayesinde de oldukça kuvvetli ve parlak bir dönemi yaşamıştı. Sayısı oldukça fazla olan medreseler, tekkeler, zâviyeler, ilim aşığı talebeler ve irfan arayan müritlerle dolup taşmıştı. Bu yüzyılda Konya’da ilmî hayat gibi tasavvufî hayat da, Selçukluların XI. ve XII. yüzyıllardaki faaliyetlerinin bir neticesi olarak oldukça parlamıştı. Konya, bu devirde içten Baba Resûl, dıştan Moğol saldırılarına maruz kalmışsa da ilmî yönden gelişmesi devam etmişti. Bunun sebebi yüzlerce âlim ve mutasavvıfın Moğol tehlikesinden kaçıp Konya’yı yurt edinmesi, ilim ve sanat erbabına saygı ve sevgileriyle meşhur olan, aynı zamanda kendileri de âlim ve şair olan sultan ve beylerin bu devirde Konya’da hüküm sürmesiydi. Devlet adamları ve medrese talebeleri birçok eserin yanı sıra İmam-ı Gazalî’nin Kimyâ-yı Saâdet’inden, Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâme’sine kadar pek çok eseri okumakta idiler. Fahrettin-i Râzî’nin ekolünden Kadı Sirâceddîn Urmevî, Osmanlı medreselerinde okutulan bazı eserlerin müellifi filozof Esîrüddîn Mufaddal elEbherî, meşhur mutasavvıf Sadreddîn Konevî, Necmeddîn Dâye, Fahreddîn Irakî, Seyyid Burhaneddîn Tirmizî, Ahmed Fakih ve nihâyet Bahâeddîn Veled ve oğlu Mevlânâ bu devirde Konya’daki büyük âlim ve ariflerdendi. Bunun yanı sıra Konya, Erken Hristiyanlık Dönemi’nin en önemli merkezlerinden biriydi. Hıristiyanlığın Anadolu’da ilk yayılmaya başladığı yıllarda Hristiyanlar Konya’ya göç etmişlerdi. Müslümanlar ve Hristiyanların(Türk-Rum) bir arada kardeşçe yaşadıklarını gösteren 1245’li yılların Konya Panoramasında; bir aziz ve papazın da Konya çarşısında boy göstermesi, Konya’da hoşgörü anlayışının o dönemden bu döneme temel oluşturduğunu ve şimdinin Konya ruhuna da ışık tuttuğunu göstermektedir.
- BEDESTENDE SEMA
Hz. Mevlânâ'nın ilk olarak ne zaman ve niçin Semâ ettiğine dair elimizde bilgi olmamakla birlikte; şu bir gerçektir ki, O dergâhta, evde, çarşıda ve bazen de ders esnasında cezbeye gelip herhangi bir kurala tabi olmadan içinden geldiği gibi Semâ dönmüş ve hattâ öyle zaman olmuş ki, Semâsındaki cezbe ve hararetten belindeki kemeri dahi çözülmüştür. Hz. Mevlânâ ileri ki yıllarda Şems-i Tebrizi'nin kaybolmasından sonra(1247) kendisine halef seçtiği Kuyumcu Selâhaddin'in sarraf dükkânının önünden geçerken onun çekiç darbelerindeki ritimlerden cezbeye kapılıp Semâ'ya durmuştur. Hz. Mevlânâ bir gün Konya sokaklarında dolaşırken avladığı tilkinin postunu kendi lehçesiyle "dilku, dilku" diye bağırarak satan bir Türkmen'in bu nağmesinden cezbeye gelerek orada Semâ etmeye başlamıştır. Çünkü 'dilku' kelimesi Farsça'da 'gönül neredesin?' anlamına gelmektedir. Kelimeyi bu manada anlaması Hz. Mevlânâ'nın gönlündeki muhabbeti artırmış ve bu muhabbetle kalkıp semaya etmiştir. Hz. Mevlânâ, 'Allah'la birlikte olmak' olarak nitelendirdiği SEMÂ'sıyla tüm dünya insanlarının gönüllerine girmeyi başarmıştır. Hz. Mevlânâ'nın gerek Selçuklu sarayında, gerekse civar kentlerde düzenlenip dâvet edildiği toplantılarda Semâ meclislerini yönettiği ve katılanlarla birlikte Semâ yaptığı özellikle Eflâkî Dede'nin Menâkıbu'l-ârifîn adlı eserinde etraflıca anlatılmaktadır. "Şu halde Semâ aşıkların gıdasıdır. Çünkü Semâ’da Tanrı ile buluşma hayali vardır." (Hz. Mevlânâ). "Semâ kulun hakikate yönelip akılla-aşkla yücelip, nefsini terk ederek Hak'ta yok oluşu ve olgunluğa ermiş, kâmil bir insan olarak tekrar kulluğa dönüşüdür."(Celaleddin Bakır Çelebi)
- İPLİKÇİ (ALTUN-ABA MEDRESESİ)
Günümüzde cami olarak kullanılan yapının hemen bitişiğinde bulunan medrese bugüne ulaşamamıştır. 1202 yılında yapıldığı tahmin edilen medrese, Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan döneminde Emir Şemseddin Altun-Aba tarafından yaptırılmıştır. Sultan Alaeddin Keykubat’ın Hz. Mevlana’nın babası Sultanül Ulema Bahaeddin Veled’i Konya’ya davet edişi ile aile Konya’ya gelmiş ve medrese Alimlerin Sultanı’na tahsis edilmiştir. Babasının vefatı ile Hz. Mevlana bu sohbet ve vaazları devr almış, bu sebeple medrese uzunca bir süre önemli bir dini merkez olarak kullanılmıştır. Anadolu’nun her bir bucağından onun sohbetlerini dinlemek isteyenlerle medrese dolup taşmıştır.
- SIRÇALI MEDRESE
Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddîn Keyhüsrev zamanında Emir Bedreddîn Muslih tarafından 1242/1243 yılında yaptırılmış bir medresedir. 13. yy.’da adeta medreselerle sülenmiş Konya şehrinin nadide yapılarından biridir. Hanefi mezhebine göre hareket eden fıkıh âlimleri ve talebeleri için inşa ettirilmiştir. “Açık Avlulu Medrese” tipinde inşa edilen yapının ana eyvanın sağında ve solundaki kubbeli odalar, kışlık dershane olarak kullanılmıştır. Yapının bazı bölümleri ve eyvan çinilerle ve âyetlerle süslenmiş, medresenin manevi havasını canlandırmıştır.
- KONYA KALESİ-İÇ KALE-ALAADDİN TEPESİ
Şehrin merkezini oluşturan Alâaddin Tepesi, Neolitik dönem (M.Ö 9000-5000) sonları ile Kalkolitik dönem (M.Ö. 5500-3000) başlarında kurulmuş olup M.Ö. 2000 yıllarından beri düzenli olarak iskân görmüş höyüklerden biridir. Bölgede yapılan kazılarda Frig, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı yerleşimlerine ait bulgular elde edilmiştir. M.Ö.VIII. ve VIII. yüzyıllarda ise Frigler zamanında surlarla çevrilmiş İç Kale’de (Alâaddin Tepesi'nde) gelişen Konya (Kavania) bir kale-kent hâline gelmiştir. Şehir iki surla çevriliydi. Biri, ilk kuruluş yeri ve odak noktası olan, günümüzde ‘Alaeddin Tepesi’ adıyla anılan höyüğün etrafını kuşatıyordu. Neolitik dönemlerden kalan bu tepede, Bizanslılar zamanında resmi bir askert bina ve diğer birimler bulunuyordu. Bu önemli bina ve kurumlarını korumak için tepeyi, yüksek muhkem duvarlarla koruma altına almışlardı. Bir tehlike karşısında gerekirse halk da buraya sığınabiliyordu. Mahalle ve sokaklar daha çok bu duvarın dışında yer almışlardı. Bu meskun alanlardan sonra bağ, bahçe ve tarlalar geliyordu. Şehri ayakta tutan yönetim kurum ve kuruluşlarının yanı sıra su ve erzak depoları, cephanelik gibi önemli yapıların korunması için inşa edilmiş olan bu kale, taş ve mermerden yapılmış aslan, gergedan, fil kabartmalarıyla süslenmişti. Uzun yıllar birçok olaya sahne olan bu surlar; Bizansılıların son zamanlarında hayli yıpranmış ve yıkık durumda idi. Selçuklular şehri ele geçirdikten sonra başlayan imar ve iskan faaliyetleri sırasında surlar da esaslı şekilde tamir görmüştü. Anadolu Selçukluları bununla da kalmayarak, bu surların içerisinde bir içkale (ahmedek) de inşa etmişlerdi. Sultan I. Alaeddin Keykubad şehri dışarıdan ikinci bir surla daha çevirerek koruma altına almıştı(1221). 6 km. uzunluğundaki bu surda, çeşitli yönlere açılan 18 tane de kapı yer almaktaydı. Burçlarla takviye edilmiş bu sağlam surlar; insan, hayvan, melek, simurg, ejder, aslan, balık, kuş, kartal, taştan oluşan resim, kabartma ve heykellerle süslüydü. Bunların bir kısmı Bizans Döneminden kalmaydı. Selçuklular kendilerinin de yaptıklarıyla bereber bunları, dekor amacıyla surun çeşitli yerlerine yerleştirmişlerdi. Devleti sembolize eden ‘Çıftbaşlı Kartal’ bunlardandı. Bir kısmı bugün Taş ve Ahşap Eserlerin sergilendiği ‘İnce Minare Müzesi’ nde sergilenmektedir. Selcuklulardan sonra Karamanoğulları ve Osmanlılar zamanında da Konya Kalesi ve surları, bakım ve onarım görmüştür. Tarih kaynaklarında Moğol Komutanı Baycu Noyan’ın dış surları yıktırdığı, sonraki dönemlerde büyük ölçüde yenilendiği bahsedilir. Konya’da bulunan bir diğer kale de şehrin üst tarafında bulunan Takkeli Dağ’daki Gevele Kalesi’dir. Bu kale Bizans, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlılar döneminde Konya’nın ve İç Anadolu Bölgesi’nin kilidi ve eşiği olarak kabul edilmiştir. Kale ve surlar, XIX. yüzyıldan itibaren kaybolmaya başlamış ve sonunda tamamıyla yıkılmıştır.
- ALAADDİN KÜLLİYESİ
Konya’daki Selçuklu Devri eserlerinin en büyüğü ve en eskisi olan Alaaddin Cami, şehrin merkezindeki Alaaddin Tepesi üzerine yapılmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanları; Konya’yı Bizanslılardan alıp başşehir yaptıktan sonra, şehrin ortasında bulunan etrafı bir iç kale ile çevrili bu tepeye, saray ve cami yaptırmışlardır. Caminin inşasına Selçuklu Sultanı 1. Rükneddin Mesud’un son dönemlerinde başlanmış, 2. Kılıçarslan ve 1. İzzeddin Keykavus dönemlerinde inşası devam etmiş, 1220’de Sultan 1. Alaeddin Keykubad döneminde de tamamlanmıştır. Cami, Selçuklu dönemi mimari özelliklerini taşımaktadır. Üzeri düz damdan oluşur ve dikdörtgen planlıdır. Caminin ilk mihrabı Selçuklu döneminde yıpılmış, turkuaz rengi çini kullanılarak mihrap çevresi ayetlerle süslenmiştir. Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamit Döneminde buraya mermerden bir mihrap oturtulmuş, mihrabın hemen yukarısında da bir kubbe denemesi yapılmıştır. Caminin minberi abanoz ağacından kündekari sanatı kullanılarak, Ahlatlı Mengüm Berti tarafından yapılmış ve yaklaşık kırk yılda tamamlanmıştır. Sultan mahfili inşa sırasında eklenmiştir. Caminin taç kapısından girerken bizleri Roma ve Bizans dönemine ait mermer sütunlar karşılar. Toplamda 57 mermer sütün caminin yapımında devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Avluda 8 selçuklu sultanının meftun bulunduğu Sultanlar Türbesi mevcuttur. Ayrıca yarım kalmış bir türbe olduğu düşünülen sonradan içerisine mihrap eklenen bir yapı, su sarnıcı ve avlu duvarları yapıyı tamamlar. Caminin Karatay Medresesi’ne bakan yamacında 2. Kılıçarslan Döneminde tamamlanan Selçuklu Sarayı bulunmaktaydı. Sarayın günümüze sadece bir duvar parçası ulaşabilmiştir. Ayrıca camiye yakın bir noktada zamanında şehrin su ihtiyacını karşılayan bir su deposu bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Cami; 1. ve 2. Dünya Savaşlarında İstiklal Harbinde ordu için kullanılmış, savaş sonrası onarılarak yeniden ibadete açılmıştır.
- EFLATUN MESCİDİ
Konya’da kiliseden çevrilerek önce mescid, daha sonra saat kulesi olarak kullanılan ve bugün mevcut olmayan yapıdır. Alâeddin tepesi üzerinde bulunmaktaydı. Kaynaklarda; Amphilokios Kilisesi, Eflâtun Rasathânesi, Saat Kulesi gibi adlarla bahsedilmiş, büyük caminin yanındaki kilisede hakîm Eflâtun’un mezarı diye de belirtilmiştir. 1465-1466’da Kudüs’e giden Rus hacısı Vasilij dönüşünde Konya’ya uğradığında gördüğü bu kilisenin Türkler tarafından Platon’a, hıristiyanlar tarafından Amphilokios’a izâfe edildiğini belirttikten sonra, “Mezarı, büyük kapı ile sunağa göre kuzeydeki kapı arasında bulunmakta ve bu mezardan günümüze kadar hâlâ kutsal yağ sızmaktadır” kaydını ilâve etmiştir. Amphilokios (ö. 401’e doğru) tanınmış hıristiyan din adamlarındandır. Büyük ihtimalle kilisede mezarı olan kişi bu Amphilokios’tur. Esasen Kâtib Çelebi de bir inanıştan bahseder: “Vilâyet ahalisi, Konya sahrası bir zamanda derya imiş, Eflâtun tedbir edip bir tarik ile mahveylemiş derler.” (Cihannümâ, s. 616). Nitekim Konya ile Sille arasındaki Akmanastır’ın Selçuklu kaynaklarında bir adı Deyr-i Eflâtun’dur. Beyşehir dolaylarında Hitit çağından beri kutsal sayılan bir Eflâtun pınarı vardır. Konya’daki kiliseye Platon-Eflâtun rivayetinin yakıştırılması, herhalde Selçuklu döneminden daha eskiye Bizans çağına, hatta daha da önceye kadar iner. Osmanlı idaresinin başlarında şehirdeki bu kilise Eflâtun Mescidi adıyla camiye çevrilmiştir. Kayıtlarda, Eflâtun Mescidi’nin XIX. yüzyıl başlarına kadar mescid olarak kullanıldığı bildirilir. Tepesine saat kulesi konulduktan sonra Eflâtun Mescidi’nin içi pencereleri örülerek ambar haline getirilmiştir. İ. Hakkı Konyalı çocukluğunda buranın gaz deposu olduğunu bildirir. Daha sonraları B. Pace cephane olduğu için binanın içine giremediğini beyan eder.
- SULTANIN KARŞILANMA SAHNESİ
Alaattin Tepesinde bulunan iç kaledeki saraydan atı üzerinde alpleriyle birlikte tahta yeni geçmiş sultanın ilk çıkışı ve Konya halkı tarafından karşılanma anı canlandırılmıştır. 2. İzzeddin Keykavus, babası 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in vefatı üzerine tahta geçmiştir.
- KARATAY MEDRESESİ
Panoramada henüz inşa halinde olan medrese 1251 yılında tamamlanmıştır. Selçuklu Sultanı 2. İzzeddin Keykavus zamanında Emiri Celaladdin Karatay tarafından yaptırılmıştır. Dönemin astronomi bilimcisi olan Celalettin Karatay aynı zamanda önemli bir devlet adamıydı. Medresede dini eğitimlerin yanı sıra astronomi bilimi ile ilgili de çalışmalar yapılmıştı. Kapalı avlulu medrese tipinde olan yapı günümüzde çini eserlerin sergilendiği bir müze olarak kullanılmaktadır. Ana portal çevresi hadislerle eyvan çevresi ve kubbe kasnağı da ayetlerle süslenmiş bu medrese; dönemin yüksek eğitim verilen en önemli kurumlarından olmuştur.
- GÜDÜK MİNARE VE HATUNİYE MESCİDİ
Cami tamamiyle günümüze ulaşamasa da, minaresi yapıldığı 1200’lü yıllardan bu güne kadar tek şerefeli haliyle ulaşabilmiştir. Hatuniye cami bugün Konya’nın Şems-i Tebrizi Mahallesi Hatuniye Sokağın içindedir. Güdük Minare’nin dibinde yatan mezarda Selçuklu Hanedanından Ahmet El Arsi’nin Kızı Devlet Hatun olduğu belirtilir. Asıl adı Raziyedir. Eskiden Güdük Minarenin içinde yer aldığı bahçelik alanda mescit, han, medrese, imaret ve türbeden olaşan bir külliye bulunduğu kaynaklarda belirtilir. Cami, 1958 yılında yeniden yapılarak hizmete sunulmuştur. Minare; mimari, tezyini, sanat ve çinicilik bakımından devrinin bütün karakteristik vasıflarını bize kadar getirmiştir. Konya’da bundan daha eski bir Selçuklu minaresi yoktur. Bu itibarla tombulluğu ve kısalığı yüzünden Güdük Minare şöhretini taşıyan eşsiz bir yapıdır. Minarenin mescit damına açılan penceresinden ve başka yerlerindeki eklenti ve tırnaklardan öğreniyoruz ki önünde kemerli ve kubbeli bir yapı varmış. Minarenin eskiden iki, hattâ üç şerefeli olduğu hakkında bazı rivayetleri vardır. Bu minareden daha yaşlı olduğu anlaşılan eski Şerafeddin Camii Minaresi'nin de üç şerefeli olduğunu ve çinilerinin bozulmaması için kötü havalarda çinili kısımlarının kılıflandığı söylenmektedir. Firuze renkli çinileri mozaik tekniği ile yapılmış minerenin şuan mukarnaslı tek şerefesi vardır. Mukarnasların içinde mührü Süleyman davut yıldızı figürleri yer almaktadır.
Panorama Galeri